Hipnoz tarihi denildiğinde ilgili olan herkesin aklına gelen ilk isim şüphesiz Franz Anton Mesmer’dir. Bununla birlikte bilinen tarihe hipnoz perspektifinden baktığımızda hipnozun tarihinin çok daha gerilere gittiğini görürüz. Bu yazıda hipnoz tarihi klasik olarak Mesmer dönemi, öncesi ve sonrasıyla (3 dönem) ele alınacaktır. Hipnoz müktesebatı az olan veya hiç olmayan okuyucu için yazım uzun gelebilir. Bununla birlikte hipnoz tarihini araştıran birisi için faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü olabildiğince çeşitli kaynaklardan alıntılarla detaylı bilgiler vermeye çalıştım. Bu arada akışta küçük bir değişiklik yaparak kronolojik bir sıra izlemedim. Önce Mesmer dönemiyle başlayıp sonra Mesmer öncesi ve sonrası tarihsel seyri ele aldım.
Mesmer ve Canlısal Manyetizma
Franz Anton Mesmer, hayal gücü ve zekâsı güçlü bir kişiliktir. Mesmer (1734-1815) gök cisimlerinin çekim gücünden ilham alarak başka güçlü çekimlerin de olabileceği fikrine kapılmıştır. Bu bilimsel tecessüs çılgınlığı onu Viyana Kraliyet Astronomu olan Maximilian Hell (1720-1792) ile tanışana kadar takip etti. O dönemde bilimle uğraşan pek çok isim gibi Hell de aslında bir rahipti. Mesmer ondan mıknatıs yöntemini öğrenmişti.
Bir kişi, manyetize olmuş bir metal parçasını başkasının gözleri önüne doğru tuttuğunda, o kişi şaşkınlıkla donakalıyordu. Başka bir alemdeymiş gibi hareket eden ve davranan bu kişi, bu süre içerisinde uygulanabilen tedavi önerilerine karşı kolay bir hedef haline geliyordu. Ağrılarından kurtulmaya hazır hale gelebiliyordu. Bununla birlikte mıknatıs büyüsünün etkisi altında diğer birçok şikâyet de ortadan kaldırılabiliyordu. [1]
Mesmer, Gassner’in (1727-1779) çalışmalarını da incelemiştir. Bu incelemeler neticesinde enteresan bir fikre kapıldı. Manyetik alanın sadece metallere indirgenemeyeceğini düşünmekten kendini alamıyordu. Vücudumuzda da böylesi iyileştirici bir gücün bulunabileceği fikrine kendini fazlasıyla kaptırdı.
Dirimsel manyetizma, Gassner’in şeytan çıkarma ayinlerini daha modernleştirmesiyle büyük ölçüde on sekizinci yüzyılın sonunda görülen dini iyileştirme ritüellerinin, tıbba daha bilimsel bir yaklaşıma dönüşmesinde bir demir atma noktasıdır. Bu, aydınlanma çağıydı ve Mesmer’e göre bu yeni tedavi sistemi, fizyolojinin temelleri üzerine kurulmuştu.[2]
Dirimsel Manyetizma – Hipnoz Tarihi
Mesmer, baba ve oğul Mozart ile arkadaş olabilecek kadar musikişinas bir kişiliktir. Mesmer denildiğinde akla gelen kavramlar canlısal mıknatısiyet ya da bir diğer ifadeyle dirimsel manyetizma kavramlarıdır. Canlısal manyetizma sayesinde pek çok umutsuz hastayı şifaya kavuşturmuştur. Bu arada şu ‘hayvan manyetizması’ kavramı hakkında bir tashih yapmak gerekir. ‘Animal magnetism’ kavramında kullanılan ‘anima’ canlılık anlamına gelir. Kavram, bazen yanlış çevirilerek animal kelimesinin İngilizcedeki karşılığı olan hayvan kelimesi kullanılmaktadır. Doğru olan kullanım canlısal manyetizma şeklinde olacaktır. Çeşitli kaynaklarda ‘Dirimsel Manyetizma’ şeklinde yazımlara da rastlanmaktadır. Dirimsel kavramı da zaten yaşamsal anlamına gelir.
Bedeni canlandıran, manyetik sıvıdır. Tüm hastalıklardan bu manyetik sıvı sorumludur. Bedenimizdeki manyetik sıvı bize canlılık verir.[3]
Mesmer’in başarılı uygulamaları doğal olarak dönemin tüm meraklı ve haset dolu bakışlarını üzerine çekmiştir. Hastaları tarafından adeta takdis edilen bu mütecessis zekâ, meslektaşları tarafından ise tahkir edilmiştir. Maximilian Hell, Mesmer’in başarılı uygulamalarını kendi yöntemine bağlamış hatta aralarında bu konuda ciddi ihtilaflar çıkmıştır. Dönemin ileri gelen bilim adamları tarafından kendisine aşağılayıcı ithamlarda bulunulmuştur. Bu nedenle de 1777 yılında büyük bir hayal kırıklığıyla Viyana’dan Paris’e gitmiştir.
Mermer Paris’te oldukça başarılı olmuştu. Loş ışıklı bir odada hafif müzik eşliğinde portakal çiçeği kokuları içinde grup terapisi seansları düzenliyordu. Leylak renkli cübbesiyle yürüttüğü seanslarda şaşırtıcı sonuçlara ulaşıyordu. Hastalarsa birbirlerine iplerle bağlanmış bir şekilde içi manyetize edilmiş sıvıyla dolu bir fıçının etrafına dizilmiş, bu fıçıdan uzanan demir çubuklara tutunmuş haldeydiler. Mesmer ve yardımcı manyetizörleri hastalar arasında geziniyor ve rahatsızlığı olan kimsenin ellerine dokunup duruyorlardı. Hastalar genellikle sancılanıp kendinden geçme hallerinden sonra birdenbire mucizevi bir şekilde iyileşerek kendilerine geliyorlardı.[4]
Mağaradan Çıkanı Vururlar![5]
Çağının çok daha ötesinde bir vizyona sahip olan tüm öncülerin kaderi Mesmer’i de buldu. Ayrıca bu amansız kaderi onu Paris’te de yakalamıştır. Mesmer’in dikkat çeken çalışmaları Kraliyet sarayına kadar yayılınca devam filmi vizyona girdi. Onu tahkik etmek üzere bir değil iki komisyon birden harekete geçti. Dönemin Paris büyükelçisi olan Benjamin Franklin bile bu komisyonlardan birindeydi. Öyle ya! Birinin bu ‘şarlatana’ haddini bildirmesi gerekiyordu. Komisyon üyelerinden bir diğeri de bugün ‘giyotin’ olarak bildiğimiz aletin mucidi Doktor Guillotine’dir. Sonuç olarak her iki komisyon da olumsuz görüş bildirmiş ve Mesmer’e memleketi İsviçre yolu görünmüştür. Son zamanlarını ücretsiz olarak hastaları tedavi etmekle geçen Mesmer münzevi bir şekilde hayata gözlerini yummuştur.
Mesmer öldükten sonra görüşleri ‘Mesmerizm’ adı altında yaygınlaştı. O kadar yaygınlaştı ki ABD’de bile inanılmaz bir Mesmerizm patlaması olmuştur.
Sadece kuzeydoğuda yirmi ila otuz bin Mesmerizm yanlısı çalışmalar yapıyor. Bunların birçoğu sayıları genellikle iki, üç bini bulan seyircilerini hayrette bırakarak Mesmerizm tedavisi uygulanmış hastalarının davranış ve tutumlarını kontrol altına almak için kendi güçlerini kullanıyor. [6]
Hipnoz Tarihi ve Mesmer Öncesi Dönem
Hipnoz tarihi değil bütün tarih boyunca hipnotik fenomenler, kendi dönemlerinin terminolojileri perspektifinden ele alınmıştır. Büyü, keramet, olağanüstü haller, okültizm, mistisizm, şeytani güçler, ezoterizm. Bu kavramlar, hipnotik fenomenleri tanımlamak ve izah etmek için kullanılan kavram setinden örneklerdir. Çin, Mısır, Hint medeniyetlerinden tutun da Avrupa ve Amerika kıtasına kadar her yere yayılan bu harikuladeliklerle dolu haller, öteden beri insanların merakını celbetmiştir. Devrinin egemen paradigmasından ayrışan her hareket şiddetli bir mukavemetle karşılaşıyordu.
Orta çağda Avrupa’da manyetizma ustaları, büyücüler ve Rafızilerle beraber diri diri yakıldılar, engizisyon mahkemelerince işkence ile öldürüldüler.[7]
Not: Rafızi kavramı yukarıdaki metinde dönemin egemen paradigmasından kopanları tarif etmek için kullanılmıştır. Kavram dini bir atıf olarak değil kelime anlamı itibariyle kullanılmıştır.
Hipnoz Tarihi ve Mesmer Sonrası Dönem
Viyana’dan kırgın ve içerlemiş bir şekilde Paris’e giden Mesmer aynı kaderi Paris’te de paylaştı. Nihayetinde İsviçre’nin bir köyünde münzevi bir hayat yaşayarak ve ücretsiz tedavilerle yaşamının sonuna geldi. Onu jurnalleyen, yeniliklerine bağnazca karşı çıkan hiç kimsenin adını hatırlamıyoruz ama Mesmer hala hatırlanmaktadır. Hatta o kadar hatırlanmaktadır ki Mesmerizm kavramı ile görüşleri literatürde yerini almıştır. Elbette ki bugünün bilgileriyle meseleye yaklaşırsak Mesmer’in çalışmaları bize komik gelecektir. Fakat bizler bu anakronik bakış açısıyla değil, kendi devrinin birikimine kattıklarıyla onu değerlendirmeliyiz. Kaldı ki devrinin egemen paradigmasını aşan her yenilik bir şekilde damgalanır ve suçlanır. Mesmer de bundan nasibini almış bir isimdir.
Somnambulizm – Hipnozun Tarihçesi
Mesmerizm etkisini uzun süre talebeleri sayesinde devam ettirdi. Özellikle öğrencilerinden Marquis de Puysegur (1751-1825) tarafından tesadüfen keşfedilen bir durum dikkat çekiciydi. Somnambulizm ile Suni Uyurgezerlik Dönemi denilen yeni bir dönem başlamıştır.
Puysegur bir gün tesadüfen bir çobanı somnambulist (Uyurgezerlik) haline soktuğunu fark etti. Bu, manyetizmadan tamamen farklı bir şeydi. Hareketsiz duran süjenin bir müddet sonra yürüdüğünü, konuştuğunu ve sorulan sorulara cevap verdiğini gördü. Süje, tüm gürültüye, bağırmaya, çağırmaya rağmen uyanmıyordu. Sanki bir uyku içindeydi.[8]
Neredeyse 60 yıla damgasını vuran suni uyurgezerlik döneminde bu konuda sayısız denemeler yapılmıştır. Bu esnada önemli isimler tarafından manyetizma hakkında yazılan kitaplar da cabası. 60 yıl boyunca bilim insanları hunharca çalışmalar yapıyorsa bu konu akademinin de radarına girecekti. Fransız Tıp Akademisi konuyu tekrar değerlendirmeye karar verdi. Daha önce önüne iki taş koyup engelleyebildiğiniz bir su birikintisi yıllar sona üzerinize doğru hızla akan vahşi bir sele dönüşmüşse yapmanız gereken tek şey ona yol vermek ve canınızı kurtarmaktır. Ölümünden yıllar sonra Mesmer ile ilgili kararı iptal eden akademi ‘pardon’ dedi. Lütfedip manyetik tesirleri kabul eden akademi gelen seli görmüş ve adımını ona göre atmıştı.
Mesmer dirimsel manyetizmaya bilimsel bir statü kazandırmaya çabaladıysa da, De Puysegur büyüleyici olana kapıları tekrar açarak manyetizmaya tekrar sihir getirmiştir. [9]
De Puysegur, bir kez manyetize edildiklerinde (pek çoğu kendi çalışanı olan) bazı hastalarının ağrıyı önleyebileceğine, bellek yitimi yaşayacağına, sıra dışı fiziksel bir güç sergileyeceğine, kendilerinin ve diğerlerinin tanısını koyacağına, uygulanacak manyetik tedavi şeklini saptayacağına ve hatta geleceği göreceğine inanıyordu.[10]
Lanetli Kadeh – Hipnoz Tarihi
Akademi manyetik tesirleri kabul etmesine etmişti de öyle her yeniliğe de hemen kucak açmıyordu. Doktor John Elliotson (1791-1868) manyetizma ile ilgili çalışmalar yapınca şimşekleri üzerine çekti. Hamama giren terler misali Elliotson, Mesmer’in lanetli kadehinden bir yudum da olsa içmiştir. Elliotson üniversitedeki görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır.
Aynı dönemde Hindistan’da bir başka bilim delisi peydah olmuştur. Doktor James Essdail (1808-1859) Elliotson tarafından yayımlanan bir dergiyi okumuş ve bu işe merak salmıştır. Yaklaşık 6 yıl boyunca manyetik anestezi ile binlerce (başka bir kaynakta 345) ameliyat gerçekleştirmiştir. Bugünkü terminolojiyle söyleyecek olursak hipnoanestezi ile ameliyatlar yapmıştır. Manyetik anestezi deme sebebimiz henüz hipnoz kavramının ortalıkta olmamasıdır. Elbette ki bu işlerle iştigal eden herkesin başına gelen şey Essdail’in de başına gelmiş ve memleketi İskoçya’ya döndüğünde kimseyi yaptıklarına inandıramamıştır.
Sahneden Hipnoz’a – Hipnoz Tarihi
Suni uyurgezerlik yani somnambulizm halk arasında o kadar dikkat çekmiştir ki konu artık bilimin konusu değil de adeta magazinin konusu haline gelmiştir. Ortalık manyetizör’den geçilmez oldu ve sahne gösterileri dönemi de çok şükür başladı. Şu bizim masallarıyla bildiğimiz Lafontain’in dedesi Charles Lafontain de bu manyetizörler arasındaydı. Onu izleyenler arasında meraklı bakışlarla süjenin gözlerine dikkat eden bir hekim vardı. Bir şekilde kendisinin de bunu yapabileceğini düşündü. Tek yapması gerekenin süjenin gözlerini yormak olduğunu, bu sayede aynı hali süjede oluşturabileceğini varsayarak çalışmalarına başladı. Adı James Braid (1795-1860) olan bu mütecessis hekim bu duruma Yunanca uyku anlamına gelen ‘Hypnos’ adını verdi. Braid’le birlikte artık hipnoz kelimesi de dünyamızda arz-ı endam etmeye başladı. İngiliz akademisi de meseleye Fransızlar gibi bakarak Braid’e çelme takmaya çalıştı. Mağaradan her çıkanı vurmaya yeltenmeye devam ettiler.
Bilim her zaman doğduğu topraklarda yeşermez bazen ilgi ve alaka gördüğü topraklara hicret edip orada yeşerir. Fransız entelijansiyası Mesmer’de yaptığı hatayı aynı ölçüde Braid’de yapmadı. Bu nedenle İngiltere’de hak ettiği değeri bulamayan hipnoz, kendisine kucak açan bir başka yurda, Fransa’ya doğru kanat çırptı. Fransa entelijansiyası manyetizma adı altında tahkir ettiği bu ‘şeytan işini’ hipnoz ambalajıyla görünce hemen kutsadı. Yakın dönemde bir programa konuk olan sevgili İhsan Fazlıoğlu’nun sözleri aklıma geldi; Tahkir veya takdis ettiğiniz bir şeyi takdir edemezsiniz. Dolayısıyla geçmişte tahkir edilen manyetizmanın da daha sonra takdis edilen hipnoz’un da dönemin entelijansiyası tarafından yeterince takdir edilmemiş olduğunu söylersek çok da yanılmış sayılmayız. Bu konuda en güzel dersi bizlere birazdan bahsedeceğimiz bir isim verecek; Hippolyte Bernheim. Bundan önce çoğunluğu kadın hastalardan oluşan ve daha çok histerik vak’alarla dolu Salpetrier hastanesine gidelim.
Ekoller Çarpışıyor – Hipnoz Tarihi
Salpetrier hastanesinde çalışan Jean – Martin Charcot (1825-1893) değişik bir görüş ileri sürdü; herkes hipnoz olamaz, daha doğrusu normal insanlar hipnoz olamaz. Normal ne demekse artık. Tabi ortada bir tez varsa antitezi de olacaktı ki oldu da. Charcot’un öncülük ettiği bu ekol Salpetrier ekolü olarak anılmaktadır. Gelen karşı ses ise hipnozun her insanın yaşayabileceği, telkinle oluşturulabilen bir hadise olduğuydu.
Fransa’da bir köy hekimi olan Ambroise-Auguste Liebeault (1823-1904) yine ‘durup dururken ve hiç gereği yokken’ oturup Braid’in kitabını okuyarak işgüzarlık yapmaya yani hipnoz uygulamaya başlamıştır. Yıllarca hipnoz uygulayan ve hastalarından para bile almayan bu şaşkın bir de kitap yazmış ama kimse dönüp yüzüne bile bakmamıştır. Dönemin saygın hekimlerinden, Nancy Tıp Okulundan Prof. Hippolyte Bernheim (1840-1919) tarafından sert bir dille eleştirilmiştir. Bernheim eleştirmekle kalmamış aynı zamanda bu şarlatanın foyasını ortaya çıkarmak için Liebault’un yanına gitmiştir. İşte zurnanın zırt dediği yer tam olarak burası. Bu bilim adamı kişisel hırslarından önce veriler ve yapılan çalışmalara odaklanmaktaydı. Sonuçta koskoca profesör, bir köy hekiminin yöntemlerini kabul ediyor ve bu durumdan en çok faydalanan ise elbette ki binlerce hasta oluyordu.
Bernheim meseleye tahkir veya takdis bağlamında değil de takdir bağlamında yaklaşınca ortaya çıkan sonuç da böyle güzel oluyor. Daha sonra Nancy ekolü olarak adını sık duyacağımız bu ekole göre hipnoz sadece telkin sonucu ortaya çıkmaktadır. Salpetrier ekolü de boş durmuyor ve yeni üyeleri bünyesine almaya devam ediyordu. Özellikle Pierre Janet (1859-1947) ve Joseph Babinski’yi (1857-1932) Salpetrier ekolüne katılan önemli isimler arasında gösterebiliriz.
Ustalar da Yanılır
Henüz bir yıllık hekim olan Sigmund Freud da (1856-1939) meslektaşı Josef Breuer (1842-1925) sayesinde hipnoz konusuna aşina olur. Freud hem Charcot hem de Bernheim ile görüşmüştür. Daha sonra normal bilincimizin dışında kalmış bir zihinsel durum fikrine iyiden iyiye kanaat getirir. Derken gün olur devran döner ve Freud hipnoterapinin etkililiğiyle ilgili şüphelenmeye başlar. Bu şüpheler neticesinde hipnozdan vaz geçerek serbest çağrışım metoduna doğru dümen kırar. Laf aramızda, Freud’un aslında pek de iyi bir hipnoz uygulayıcısı olmadığı bile söylenir.
Sigmund Freud, histeri tedavisinde Breuer tarafından hipnotik duygu boşalımlarının kullanımını gözlemlemiş ve hipnoza ilgi duymuştur. Freud bu yöntemi, dinamik süreçlere ilişkin kişilerarası ilişkilere yönelik bir anlayış geliştirmeden önce kullanmıştır. Hipnoz, anlayamadığı ve ustalaşamadığı bir alandı. Hastalarıyla çalışırken üstesinden gelemediği reaksiyonlarla karşılaştı ve bu yöntemi kullanmayı bıraktı. Freud, hipnoz olgusunu anlamak için gerçekten çaba gösterdi. Hipnozu, Jean Martin Charcot ve Janet’in de yaptığı gibi kesin bir yaklaşımla histeri ile ilişkilendirdi. Dolayısıyla da hipnotik durumun, histerik fenomenlerin altında yatan, acı veren, bastırılmış kişilik özelliklerinin ortaya çıkarılmasına olanak sağladığı sonucuna varmıştır. [11]
Pratiğinin ilk yıllarında Freud, ateşli bir hipnoz savunucusudur. Bernheim ve Charcot’nun kitaplarını tercüme eder. Birçok konferans verir. 1889’da Paris’teki ilk hipnoz kongresine katılır. 1887-1892 arasında direkt telkinleri sürekli kullanır. 1890’dan sonra hipnozdan uzaklaşmaya başlar. Bu uzaklaşışın nedenleri kişisel ve subjektiftir. Rüyalar ve serbest çağrışım daha fazla ilgisini çekmiştir. Bu konuları inceleme coşkusu diğer teknikleri arka plana bırakmasına neden olmuştur. İkinci olarak, kendisini iyi bir hipnotist olarak görmemiştir. Hastalarla sürekli dik dik bakışmalardan hoşlanmamıştır. (O zamanki hipnoz indüksiyonu göz göze dik dik bakışmak şeklindeydi.) [3]
Freud, hipnozla kalıcı çare sağlama konusunda ümidini kestiği için hipnozu kullanmayı bıraktığını belirtmiştir. Ancak gerçek sebebin Freud’un kötü bir terapist olması ve hipnoterapist ve hasta arasında yakın ilişki oluşmasından hoşlanmamasıdır. [1]
Hipnotik Cehalet
1900’lü yılların başından itibaren hem romanlarda hem de şarkılarda hipnoz temalarına rastlamaktayız. Dönemin hipnoza bakışı yine magazin düzeyindedir. Hipnotik güçleriyle kadınları etkisi altına alan erkekler gibi saçma sapan bilgiler havada uçuşuyordu. Sahnede insanları komik duruma düşürenler de meselenin ortasına tüy dikmekteydi. Her disiplinde olduğu gibi hipnozda da aynı şey oluyordu. Bilimsel bir disiplin halkın teveccühü nedeniyle sahne şovlarında boy gösteriyordu.
Günümüzde de sahne şovlarına sosyal medya üzerinden maruz kalmaktayız. Mesmer’i mezarında ters döndüren bu uygulamalar kısa yoldan bir anda mucizevi bir şekilde iyileşme heveslilerini istismara açık hale getirmektedir. Ne hazindir ki konuyu tamamen bilimsel bir disiplinle ele alan uzmanlar dururken ‘zihin kontrolü’ ya da ‘tüm hayatınızı değiştirin’ sloganlarıyla ortalıkta cirit atanlar daha fazla hüsn-ü kabul görmektedir. Bu eğitimi aldığınızda şöyle uçacak, böyle kaçacaksınız türünden abartılı vaatler de işin içine girince eğitim çok daha çekici bir hale geliyor. Bu eğitimi aldığınızda diğer fani ölümlülerden ayrışacak, dünyaya hipnoz perspektifinden bir yarı tanrı gibi bakacaksınız. Bu ve benzeri diğer zırvalar, özellikle çaresizlik içinde kıvranan insanlar için ne yazık ki bir umut ışığı gibi parıldamaktadır. Aslında bu zırvalara insanların inanmasına çok da şaşırmamak gerekir. Çünkü kısa yoldan ‘tedavi’ olmak varken kimse uzun uzadıya seanslarla zaman kaybetmek istemez.
Sonuçta hipnoz gibi ‘büyülü’ bir güç varken neden insanlar zaman kaybetsinler ki? İroni yaparak izah etmeye çalıştığım bu hipnotik cehaletten kurtulmanın tek yolu ise doğru bilgiye ulaşmanın yollarını artırmaktır. Hipnotik birkaç basit fenomeni halka arz edince doğal olarak herkes buna koşuyor ve kısayoldan ‘iyileşmenin’ formülünü bulmanın heyecanıyla uygulayıcıyı yine kutsuyor. Takdis-tahkir-takdir üçlemesinde bir türlü üçüncü kısma gelemedik.
Bir Spiritüalizm Cenneti: Hipnoz
1955 yılında, profesyonel olmayan bir hipnoz uygulayıcısı tarafından yayınlanan bir raporda, hipnotik regresyon altında, Bridey Murphy adında İrlanda’lı genç bir kadının bedeninde dirildiğini iddia eden bir olgu bildirildi. Bridey, 150 yıl önceki sözde ‘hayatıyla’ ilgili birçok ayrıntı verdi. Saygın bilimsel bir çalışmada bu iddiayla ilgili herhangi bir gerçekçi dayanak bulunmamasına karşın, bu vaka kamuoyunun oldukça ilgisini çekti. Time, Life, Look ve diğer birçok dergi bu konuya yer verdi. Bu konu profesyonel olmayan kişilerin yanı sıra profesyonellerin de oldukça ilgisini çekti. Bridey Murphy’e gösterilen ilgi, geçmişte, hipnozun saygın hekimler ve bilim adamları tarafından sıklıkla reddedilmesine neden olan bilime aykırı ve olağandışı iddiaların vurgulanmasına sebep oldu. Mesmer’in şovmenliğini çağrıştırıyordu.[12]
Hipnozu bilimsel bir disiplin olarak görmek hiç de keyifli değil. Bu nedenle üzerine biraz mistisizm tozu serpmek gerekiyor. Ancak bu sayede hipnoz mucize arayanlar için inanılmaz cazip hale gelebilir. Hipnozun mistifikasyonuyla ortaya ne idüğü belirsiz bir mahlukat çıkmıştır. Kısacası hipnoz, kafeslenerek hayran gözler için teşhire sunulan bir maymun kıvamına getirilmiştir. Bilinmeyene duyulan ilgi ve merak hepimizde var olan doğal bir eğilimdir. Fakat bu mistik merakı gidermek için hipnozun iğfal edilmesi de o kadar çılgıncadır.
Sonuç Olarak
Aslına bakarsanız hipnoz tarihi tıpkı bildiğimiz tarih gibi dönemlere ve bu dönemlerin tekerrürüne dayanmaktadır. Her dönem, saygıdeğer bir uygulayıcı ya da bilim adamının, başka birinin sunduğu hipnotik kanıtları gözlemlemesiyle başlar. Uygulayıcının kuşkuculuğu, inanca ve hevese dönüşür. Bu yöntemler uygulamalara adapte edilir ve meslektaşları bu konuda ikna etmek için büyük bir çaba sarf edilir. Öğrenciler ve müritler etrafa doluşur. Tıp merkezi, uygulama ve araştırma için bir arı kovanı haline gelir. Ve ilgili uygulayıcı terapötik iddialar konusunda çoğu kez aşırı kibirli ve kendini beğenmiş biri haline gelir ve bulguları geçersiz kılmaya çalışan, daha tutucu bilim adamlarını kışkırtır. Aşırı hevesli takipçileri, hipnoz yöntemiyle yapısal ve işlevsel tüm vak’aları tedavi etmeye çalışır. Sınırlarda bir hasta gibi, liderlerini bir tanrıya dönüştürür ve sonunda büyük bir hayal kırıklığına uğrarlar. Sonuç olarak, bu alana karşı duyulan ilgi, yeni bir mesih gibi gelip tekrar canlandırılana dek kaybolur.[13]
Hipnoz tarihi hakkında elimden geldiğince detaylı bilgileri sizlerle paylaşmaya çalıştım. Eğer bu yazıyı sonuna kadar okumuşsanız muhtemelen bu konuya ciddi anlamda ilgi duyan birisiniz. Hatta büyük bir ihtimalle bir hipnoz uygulayıcısısınız. Yazımla ilgili eleştirileriniz ya da eklemek istedikleriniz olursa bundan büyük bir memnuniyet duyacağımı bilmenizi isterim. Sabırlı okumanız için teşekkürler.
Kaynaklar:
[1]Barabasz, A., Watkins, J. G., Hipnozla Tedavi Yöntemleri, Birinci baskı, Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları, İstanbul, 2017
[2] Nash, Michael R., Barnier, Amanda J., Hipnoz , Kuram / Araştırma / Uygulama, Birinci baskı, 2. Cilt., Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları, İstanbul, 2015
[3] Uran, Bülent, Hipnozun Kitabı, Üçüncü baskı, Pusula Yayınevi, Ankara, 2014
[4] Schultz, Sidney E. Schultz, Duane, P. Modern Psikoloji Tarihi, Birinci Baskı, 2007, İstanbul.
[5] Kalın, İbrahim., Açık Ufuk, Birinci Baskı, 2021, İstanbul
[6] Schultz, Sidney E. Schultz, Duane, P. Modern Psikoloji Tarihi, Birinci Baskı, 2007, İstanbul.
[7] Özakkaş, T., Gerçeğin Dirilişine Kapı, Hipnoz, Üçüncü Baskı, Özak Yayınevi, 1983, Kayseri.
[8] Özakkaş, T., Gerçeğin Dirilişine Kapı, Hipnoz, Üçüncü baskı, Özak Yayınevi, 1983, Kayseri.
[9] Nash, Michael R., Barnier, Amanda J., Hipnoz , Kuram / Araştırma / Uygulama, Birinci baskı, 2. Cilt., Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları, İstanbul, 2015
[10] Nash, Michael R., Barnier, Amanda J., Hipnoz , Kuram / Araştırma / Uygulama, Birinci baskı, 2. Cilt., Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları, İstanbul, 2015
[11] Barabasz, A., Watkins, J. G., Hipnozla Tedavi Yöntemleri, Birinci baskı, Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları, İstanbul, 2017
[12] Barabasz, A., Watkins, J. G., Hipnozla Tedavi Yöntemleri, Birinci baskı, Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları, İstanbul, 2017
[13] Barabasz, A., Watkins, J. G., Hipnozla Tedavi Yöntemleri, Birinci baskı, Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları, İstanbul, 2017
hakan bey, çok değerli bir derleme olmuş. yerinde tespitleriniz var. Teşekkürler
Ben teşekkür ederim güzel yorumlarınız için.